
2015 yapımı bir dram filmi olan Demolition, Türkçeye “Yeniden başla” olarak çevrilmesine karşın, adından da anlaşılacağı üzere bir yıkımın filmi.
Yan koltuğunda oturan eşini trafik kazasında kaybeden yatırım uzmanı Davis’in kontrolünü kaybetmesi ve de sonrasında aslında satın aldığı o aletlerle kontrol edemediği her şeyi yıkmaya çalışması birçok duyguyu eş zamanlı hissettirerek işlenmiş. Eklemek de isterim ki, Jake Gyllenhaal’ın dram rollerini çok iyi kotardığını ve bu nedenle çok uygun bir seçim olduğunu düşünüyorum.
Düşman, Gece Vurgunu gibi filmlerde ilginç ve kendine has denebilecek karakterleri canlandıran Jake Gyllenhaal Demolition filminde yine ilginç bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. Yoğun bakım katında karısının ölüm haberini aldıktan dakikalar sonra bozuk bir otomata parasını kaptırdığı için otomatı üreten firmaya şikayet mektubu yazan ve olayı en başından anlatıp içini döken ilginç bir karakter yaratılmış ki bu mektuplar onu bir başka ilginç karakter olan Naomi Watts’ın canlandırdığı müşteri temsilcisi Karen’a ulaştırıyor.
Çocuğuyla sağlıklı bir ilişki yürütemeyen yalnız bir anne olan Karen ve Davis adeta birbirlerine çekiliyorlar. Onun aksine çocuğuyla çok iyi anlaşan Davis yükünü hafifletiyor aslında. Bu çekime katkısı olan şeylerden biri Davis’in çok da mutlu olmadığını açıkça gördüğümüz evliliği ile Karen’ın içinde bulunduğu ilişkinin benzerliği. Karısı Davis’in ona yeterince dikkat etmediğini söylüyor ve karısının ölümünden çok sonra taraktaki saçlarına baktığı ve daha önce görmediği şeyleri gördüğünü söylediği sahne bunu doğruluyor aslında. Aynı zamanda hem Davis’in hem de Karen’ın tutsaklığı eklenebilir çünkü Davis karısıyla olan anılarla ve filmin çoğu yerinde gördüğümüz karısının sanrılarıyla yaşarken Karen da cesurca hislerini anlatamadığı bir ilişkinin içinde. Hatta Davis’e onun kadar dürüst olabilmeyi istediğini söylediği bir sahne de yer alıyor. Filmin sonlarına doğru ise ikisi de özgürleşiyor. Davis satın aldığı buldozerle soyut bir şey olan anılarını somut bir yöntemle yıkıyor, Karen ise aşık olmadığı bir adamla ilişkisini bitiriyor.
Filmin özellikle dikkatimi çeken ve kalbimi fetheden yanı ise Touch Me I’m Going To Scream, You’re Mine, La Boheme gibi benim de çok sevdiğim muazzam şarkılara yer vermesi sanırım. Müzikleriyle ön plana çıkan bu film istenilen hissi yaratmak için müziklerin doğru yerde kullanılmasıyla da taçlandırıyor bu özelliğini.
Filmde karısının okyanusu sevmesiyle alakalı verdiği detaydan sonra gerçekten duygulandırıcı bir şekilde bitirilmiş. Çok da uzun olmayan süresiyle, sorgulatıcı diyalogları ve birden çok hissi içinde barındıran insanın türlü hallerini yansıtan bir film olmasıyla izlenebilecek bir film olduğunu düşünüyorum.
Leave a Reply