3 renk: Mavi Filminin Şiirselliği Üzerine

Kieslowski’nin sevdiğim bir sözüyle başlamak istiyorum, “Evrensel öyküler ve temalar anlatmak istiyorum, ama özel yaşamdan parçalarla.” Şiirsel bir anlatıma sahip 3 renk mavi, göz bebeğinden yansımalarla, close-up (yakın çekimlerle), kaşıktan, camdan yansımalarla seyirciyi kocasını ve kızını trafik kazasında kaybeden Julie’nin bakış açısından bakmaya davet ediyor. Edebiyat ve edebiyatın temel taşı olduğu birçok sanat medyumu acıdan […]

By.

min read

blueafis

Kieslowski’nin sevdiğim bir sözüyle başlamak istiyorum, “Evrensel öyküler ve temalar anlatmak istiyorum, ama özel yaşamdan parçalarla.” Şiirsel bir anlatıma sahip 3 renk mavi, göz bebeğinden yansımalarla, close-up (yakın çekimlerle), kaşıktan, camdan yansımalarla seyirciyi kocasını ve kızını trafik kazasında kaybeden Julie’nin bakış açısından bakmaya davet ediyor. Edebiyat ve edebiyatın temel taşı olduğu birçok sanat medyumu acıdan beslenir bence, derdi olan yazar, derdi olan göstermek anlatmak ister. Kişisel olarak ben de büyük çoğunlukla üzgünken yazmaya yönelirim, Mavi’de Julie’yi yeni bir Julie olmaya iten de işte bu acı. Ve bu acı ortak olduğu için izlediğimiz anda bence Julie oluyoruz, Julie aslında hepimiz.

Julie, özgürleşebilmek adına geçmişe dair bütün izleri yok ederek işe başlıyor ama yaşadığı her şeyi geride bırakıp özgürleşmeye yeltense de, ona kaybını hatırlatan kızının odasındaki lambayı alıp yeni evinin salonuna asıyor. Yüzleşmekten kaçıyor ve bunu filmde birçok nüansla, şiirsel bir anlatımla görüyoruz. Özgürleşmeye çalışan birini izliyoruz film boyunca, zaten üçlemenin Fransız bayrağının renkleri ve anlamları üzerine kurulu olması ve mavinin de özgürlüğü temsil etmesi bu yüzden.

Julie kızının şekerini yemesi, ünlü bir besteci olan kocasından kalan işini çöp kamyonuna atması gibi örneklerle boğulan birinin can havliyle arada bir başını sudan çıkarmaya çırpınmasına benzer birçok şey yapıyor aslında. Ama acı kendini tekrar diriltiyor ve ben buradayım diyor, yeni dairesini basan fare ve yavruları bile buna neden olabiliyor. Gündelik olanda, sıradan olanda bir şiir anlatıyor bu film. Benim de üçlemede en sevdiğim film olmasının birçok sebebinden biri de bu.

“Oldukça basit bir şekilde, kahramanın dünyayı nasıl algıladığını göstermeye çalışıyoruz. Dışarıdaki hiçbir şeyle ilgilenmediğini göstermek için kahveyi emen bir küp şekerin yakın çekimini gösteriyoruz. Diğer insanlarla, işleriyle, onu seven ve uzun bir aramanın ardından bulmuş bir adamla… Hiçbir şeyle ilgilenmiyor – sadece şekerle. Başka şeylerden kurtulmak için ona konsantre oluyor.” Kieslowski bu cümlelerle anlattığı kahvenin yavaşça bulaştığı şeker sahnesinde filmi özetliyor bence. Film, 1 buçuk saatliğine izleyeni ekrandan çekip Julie yapmasını tam da bu bakış açısına borçlu. Ayrıca Julie’nin film boyunca tutumunun da bir özeti. Julie yaşadığını yadsımak için işte tam da o şekeri izliyor. O anda hapsoluyor ve hayattaki küçük detayların ağırlığına sığınıyor. Kieslowski küçük anlarla, yavaşlattığı zamanla, tercih ettiği görsel anlatım diliyle, bolca kullandığı dokuma duyusuyla, çeşitli tonlardaki hüzünlü mavi rengiyle bir şiir inşa ediyor.

Filme adını veren “mavi” renginin altında ise birçok şiirsel alt metin vardır. Güçlü bir alegorik şiirsel anlatıma sahiptir. Anlatımı güçlendiren bir metafordur diyebiliriz. Mavi soğuk ve üzgün bir renk oluşuyla Julie’nin ta kendisidir. Karakterin duygusal buhranının dışa vurumudur. Kızının odasındaki, taşınıp yeni evinin salonuna astığı lamba da mavidir, notaları yazdığı kalem de mavidir, kızının odası da… Lambadan kopardığı kristalleri okşarken aslında bir açıdan kötü durumda olan kendisine şefkat göstermektedir bence. Julie’nin yalnızlığını göstermektedir, kaçtığı geçmişe dair derin özlemini ifade etmektedir. Yardıma ihtiyacı oluşunun bir betimlemesidir. Yine de bu kristallere yeni evinde dokunmaz, kendince geçmişten ve kaybından kaçmayı başarmıştır belki, fakat komşularından birinin lambaya dokunmasından rahatsız olmasıyla yardıma ihtiyacı olan ürkek haline rağmen kendini dışa kapattığı, geçmişiyle barışamadığı, acılarını bireysel yaşadığını görüyoruz.

Filmin şiirselliği arşa çıkaran çok kendine has bir özelliği ise, mavi rengin tonu, aralıklarla çalan konçertonun yükselip alçalmasına paralel olarak koyulaşır ya da açılır. Sahne yer yer koyu bir maviye bürünür, mavinin tonu giderek açılır. Müzik yükselir, koyu mavi karanlığa gömülür bu kez. Julie’nin kafasının içinde yükselen konçerto onu sürekli olarak rahatsız eder. Bu da şiirsel bir dille bize demektedir ki acı hep oradadır. Bazen daha yoğundur, daha koyu bir mavidir, bazen geri planda kalır, şeffaf arkasını görebileceğin bir mavi toz bulutudur, ama hep oradadır. Julie için de durum böyle.

Julie’nin ağlamaması ama film boyunca kafasında yükselen bu yarım kalmış konçertonun tamamlanmasıyla Julie’nin de tamamlanması, acısıyla ve geçmişle yüzleşmesi sonucunda Julie’nin ağlaması da şiirsel bir anlatıma sahiptir. En derin acılar dilsizdir denir, ağlamaması yasta olmadığını değil daha çok dilsiz derin bir acıda yitip gittiğinin, sürekli boğulmaya yakın gezdiğinin ifadesidir. Bence en çarpıcı ve ikonik sahne ise Julie’nin öfkeyle yumruğunu duvara sürtmesi ve acıyan elini yumruk yapıp yüzünü buruşturarak ağzını kapatması.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *